28 Şubat 2011 Pazartesi

Pardon,bayım...Benim yerime özler misiniz?Bir de beni çok...çok sevin.

  Çocukken iki şeyden ölümüne korkardım,bunlardan ilki anne ve babamın ölmesiydi ki bunun temelini parklarda anneme "Aaaaa torunun mu,çoook şekerrr."diyen teyzelerle ilkokula başladığımda "Dedenn mii?" diye soran sevgili sınıf arkadaşlarımın attığına hemen hemen eminim.İkincisi ise daha da önceden beri benimle:terkedilme korkusu…

3 çocuklu bir ailenin en küçüğüyüm.Çocukluğumdan beri ne zaman kötü bir şey yapsam "Aynı abin gibi bet huylusun." Ne zaman ucundan bir başarı yakalasam ;"Ama ablan çok daha iyilerini yaptı." denildi bana ki bu kardeşi olanların kara yazısı,illa ki kıyaslanacaksın…

Mesela ablam…O her şeyin en güzelini zaten başarmıştı benden önce,ne yaparsam yapayım annemlerin ona bakarken gözlerinde gördüğüm ışıltıyı göremeyecektim,ayrıca işin kötüsü ona kızamıyordum,tüm bu mükemmel özelliklerin yanında harika bir ablaydı da çocukken onu çağırdığım şekilde Dünyalar kraliçesi…İkincisi kem talihim beni abime benzetmişti,ailenin arıza oğluna benzemekten daha kötü bir şey söyleyin bana…Ben söyleyeyim ; ışık saçan -başarılızekiherşeyindoğrusunubilenaslayanlışyapmayan - ablaya zerre kadar benzememek.Mesela 5,6 yaş civarından bir sahne var aklımdan hiç silinmeyen: Evimizdeki merdivenlerin en son basamağındayım,banyo yapmak istiyorum,işten yeni gelmiş anneme "Anneeee beni yıkaaaa."diyorum,kim bilir neye sinirlenmiş o an: "Sen de hiç bir şeyi beceremiyorsun tek başına,ablan senden küçükken başlamıştı kendi kendine yıkanmaya,gir yap banyonu diyip bana doğru bir şişe atıyor."Tutuyorum -dalin şampuan-,sonrada ağlaya ağlaya tek başıma ilk banyomu yapıyorum göz yakmayan o şampuanla…Mesela arabada şehirler arası yolculuk yaparken kesinlikle uyumadım belli bir yaşa kadar.Korkuyordum çünkü…Sanki ben uyusam evden çok uzakta bir yolun kenarında beni atıvereceklerdi…Arabanın arkasında uyur numarası yaparak gideceğimiz yere varmayı beklerdim.





Hem annem hem babam çalışıyordu,ablam ve abimde yaş olarak benden oldukça büyük olduklarından farklı şehirlerde üniversite okuyorlardı.Bir evin 2 büyük çocuğunun gölgesini saymazsak tek  evladı idim.İtiraf edeyim :tüm yukarıda anlattıklarıma rağmen çok eğlenceli bir çocukluk geçirdim.Oturduğumuz yer müstakil evlerin olduğu yemyeşi bir alandı.Beni büyüten teyze dediğim bir bakıcım vardı.Bütün gün sokaklarda koşturur,mahalledeki tüm ağaçlara tırmanırdım.O, akşam üzeri 4 gibi gider,annem eve 6 gibi gelirdi.O arada da komşular göz kulak olurlardı.Gayet özgür bir çocuktum.  Kah bahçede yavrulayan sokak köpeğinin yavrularının arasında kendime yer açıp sütünün tadına bakarak kah komşunun oğluyla sevmediğimiz cadoloz bir teyzenin evine çürük portakallar atarak geçti,gitti o yıllar.
Çalışan ve iş dolayısıyla seyahat eden bir annenin ve uzak bir ülkede çalışan babanın çocuğu olmanın en kötü yanı havaalanlarındaki uğurlama törenleriydi.Günlerce ağlardım her gidenin ardından…Çok özlerdim,gün sayardım…Bir komşu teyze vardı,onun annesi gelmişti yanına "Ne gezginci hatunmuş bu kızın anası,hiç yok ortalıkta."demişti.O kadar çok özledim o kadar çok özledim ki o zamanlar,özlemeyi tükettim….Şimdi ailemden millerce uzakta başka bir ülkede yaşarken en ufak bir özlem hissedemiyorum onlara karşı.Çok seviyorum,evet ama özleyemiyorum işte…O duyguyu büyürken bir noktada kaybettim,gerekliydi bu.Arkadaşlarım şaşırıyor,ne kadar duygusuzsun diyorlar,annem,babam sitem ediyor,çok nadir aradığım için,ama ne yapayım ne kadar derine bakarsam bakayım bulamıyorum..Bir zamanlar bir küçük kız ağlarken havalanan bir uçağın ardından gözünden düşen bir damla yaşın içinde kayboldu gitti belkide.





Çocukluğum kendimi değersiz hissederek geçtiğinden olsa gerek yaşım ilerledikçe ikili ilişkilerde "Birilerinin en değerlisi olma" isteği başgöstermeye başladı.Hani Angelina Jolie gelse ,"Bu kim ki Ale'nin yanında!" diyecek kadar kör kütük sevsin istedim sevgililerim beni…16 yaşında,ilk sevgilime "Şimdi bir bardasın,inanılmaz güzel ve seksi bir kadın geldi,kucağına oturdu,şeyin kalkar mı?" diye sorup "Ya kalkmaz,senin dışında kimseye kalkmaz,valla!"cevabını alana kadar somurtmam da,aynı çocuğa tüm psikopatlıklarına,yer yer şiddetine,bitmek tükenmek bilmeyen komplekslerine rağmen 7 yıl boyunca  katlanmamda tam bu yüzden.Hani o seviyordu ya beni,onun için en kıymetliydim ya,bensiz yapamazdı,beni asla aldatmazdı ya ne yaparsa yapsındı,hayatı bana zehir de etsindi,hiç sorun değildi,ben onun en kıymetlisiydim.


sonra mı?sonra büyüdüm.

20 Şubat 2011 Pazar

Buz gibi bir kelime imiş : Kürtaj.


Arada sırada buluşup alışverişe çıktığım,bir iki kadeh bişiler içip dedikodu yaptığım bir arkadaşım var.Aslen İstanbul’lu,burada işletme masterı yapıyor ve yaklaşık 2 yıllık Türk bir erkek arkadaşı var…dı.

Bir kaç ay önce yine alışverişe çıktık bununla,parfüm reyonlarında elimize geçen her testerı vücudumuzun bilimum noktasında denerken
 “Biliyor musun reglim neredeyse 1 ay gecikti” dedi.
“Kızım bu iş şakaya gelmez ,hemen gidip bir test alalım.” dediysem de kabul ettirmek ne mümkün.
“Önümüzdeki haftasonu annemleri ziyarete İstanbula gidicem eğer sonuç pozitif çıkarsa yüzlerine bakamam.Oradan dönmeyi bekliyorum.Döneyim öyle yaparız testi.”diyor.Bir kamyon dil döküp eğer o kadar beklerse çok geç kalabileceğini,hem büyük ihtimalle hamile olmadığını,bu gecikmenin stresten kaynaklandığını falan söyleyip doğum kontrol testi almaya ikna ettim.İlk bulduğumuz eczaneye daldık ve malafatı aldık.Elimizde iğreti bir şekilde tutulan poşet, bir alışveriş merkezinin tuvaletinin yolunu tuttuk.

 İkimiz birden girdik g.t kadar tuvalete.Tek kelime etmiyoruz ama.Neyse bir güzel işedi bizimki çubuğa,o işedikten sonraki 5 dakika var ya benim diyen filmde bu kadar öldürücü miktarda gerilim olamaz,yaşayan bilir hayat durur o lanet  çizgilerin oluşmasını beklerken.Birbirimize hiç bakmıyoruz , gözlerimizi çubuktan hiç ayırmadan sidiğin çubuğa usul usul yayılışını izliyoruz.İşte ilk kırmızı çizgi belirdi.Hani o an o bok deliğinde bir cin belirse ,bizimkine sorsa “Bir dilek hakkın var ne isteren vereyim,dilediğin kadar para,sihirli güçler,dünyadaki en yakışıklı adam,ne istersen?..” bizimki hiç tereddütsüz şu lanet çizgi ikilemesin der.Ama o çizgi ikiledi…Öyle sessiz kalakaldık bir süre. Ben tüm cesaretimi toplayıp yüzüne baktığımda korktum!Terden sırılsıklam olmuş ve kızarmış bir suratta bomboş bakan simsiyah iki koca göz!…
“ iki çizgi yani hamile değilim di mi?Ale iki çizgi negatif demek di mi?” dedi küçücük bir kızın annesine  okuduğu masaldaki canavarın aslında gerçek olmadığını sorarken duyduğu umutla.



“Ne yazık ki pozitif demek…”
“Evet evet biliyordum negatif çıkıcağını bak bak işte negatif iki çizgi hamile falan değilim,strestenmiş işte bak .”diye isterik bir şekilde gülümserken çubuğu gözümün içine sokuyor. O çubuğa bakıp hamile olmadığını söylememi istiyor.
“İki çizgi hamilesin demek!Ama bu testlerinde yanılma ihtimali var gel bir tane daha alalım.” dedim.
ikinci posta eczaneye yürüdük.Eczanedeki kadına durumu anlatınca şöyle bir baktı ve acıyarak eczanenin tuvaletini kullanmasına izin verdi…Tahmin edeceğiniz gibi orada yine iki  adet çizgi belirdi.
Bu sefer - naparım ben şimdi ?? - evresine geçildi.Nerede,nasıl aldırabilirim diye harıl harıl düşünüyor..Ben “Bak,direkt aldırmayı düşünme biraz zaman tanı kendine belki de istiyorsundur bu çocuğu.”dedim demez olaydım!
“İstemiyorum,kesinlikle istemiyorum,bu…bu içimdeki şeyden bir an önce kurtulmak istiyorum.”dedi…
Bu durumda,önümüzde iki seçenek vardı.Bu iş ya İstanbul'a gittiğinde halledilecekti ya da kimsenin haberi olmadan burada! İlk once  bebeğin tam olarak kaç aylık olduğunu öğrenmeye karar verdik.
Ertesi gün tanıdık birinin tavsiye ettiği bir doktorun bekleme odasında ben onu sakinleştirmeye çalışırken o yine  zombi bakışlarıyla kafasını sallıyor ama beni kesinlikle dinlemiyordu…Muayene için çağırıldığında ben de girdim onunla içeri,doktorun sorduğu ilk soru “Ne ile korunuyorsunuz?”oldu bizimkinin
“Hiç bir şey.” demesi üzerine doktor
“Kızım o zaman ne düşünüyordun,Tanrı’nın seni koruyacağını,kurtaracağını mı?”
“Hayır,beni siz kurtaracaksınız.”işte bunu söylemesiyle doktorun ne yapacağını ne diyeceğini şaşırması bir oldu!Adam ne bilsin Türkiye’de cinsel olarak aktif olanların neredeyse yüzde 70 inin korunmak için hiç bir şey kullanmadığını,bunu da çok normal karşıladıklarını,üstelik sevişirken dışarı boşalma gibi süper ötesi güvenilir bir yönteme bel bağladıklarını!

Neyse sonuçta doktor gebeliğin daha çok başları olduğunu,cerrahi bir müdahaleye gerek olmadan bir ilaçla sonlandırılabileceğini söyledi.Bizimki direkt uygulamasını istedi.Bir kaç tane ilaç verdi doktor ve hepsini ne zaman içeceğini anlatıp ertesi sabah en son ilacı içtikten yarım saat sonra muayenehanesine gelmesini istedi.

O gün bizimle kaldı.Gecenin bir vaktine kadar hem ben hem de sevgilim *evet kocam ama o yine de hala benim sevgilim* tek yolun bu olmadığını şu an çok zor geldiğini ama yine de bambaşka bir hayat çizebileceğini bunun çok önemli bir karar anı olduğunu anlatmaya çalıştık.Uyumadan once kurduğu son cümle “Bu canavardan kurtulmak istiyorum.”oldu.

Neyse uzun lafın kısası o bebek ertesi gün artık bizimkinin içinde değildi  ve biliyor musunuz hiç de üzülmüş görünmüyordu,aksine doktordan düşüğün sonlandığını duyduğumuzda yüzüne inanılmaz dingin bir ifade yerleşti…




Türkiye’den döndüğünde ziyaretine gittim.Erkek arkadaşından ayrıldığını,yaşadığı bu talihsiz deneyimin onu bu kararı almaya yönlendirdiğini söyledi.

“Hamile olduğumu öğrendiğimde bir an bile o bebeği doğurmayı,ondan bir parçaya sahip olmayı,onunla bir hayat kurmayı düşünmedim Ale,sen de gördün..”dedi ve böylece iki yıllık bir ilişki doğmamış bir bebeğin çığlıklarıyla dağıldı…bitti.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Bir Space var Cake'ten İçeri

Bir kaç ay önce kocam ben ve Türkiye'deki en yakın arkadaşım (kendisine Samantha Jones'un kısaltması olan SJ diye hitap edeceğim.Nedenlerini bir ara anlatırım.) Amsterdam'da buluştuk.Nasıl heyecanlıyız ama uzun zamandır bunun hayalini kurmuşuz ve işte Amsterdam tüm o kanalları,red lightı,seks ve uyuşturucu kokan sokakları ve bitmek tükenmek bilmeyen eğlence hayatıyla karşımızda!
 Hepimizin ilk Amsterdam'ı.Dolayısıyla internetten ve daha önce giden bir kaç kişiden edindiğimiz bilgiler dışında hiç bir şey yok elimizde.İlk günlerde neler yaptığımızı daha sonra yazacağım.Sondan başlayıp en son gün başıma ne geldiğini anlatmak istiyorum.

Ertesi sabah saat 6 da uçağımız var.Amsterdam'da son gecemiz.Uçağı kaçırmaktan korktuğumuzdan sarhoş olmak,geç saatlere kadar bir yerlerde eğlenmek ya da red light *da kaybolmak istemiyoruz. Dedik ki bir coffee shop a gidelim ve son son spacecake** yiyelim.Hayır,ilk gun zaten birer dilim yemişiz ve hiç birimize hiç bir şey olmamış ama tadına bayılmışız,bir yandan da internette hakkında bunca şey yazılan space cake in tadının harikalığı dışında hiç bir etkisini görmemenin burukluğu içindeyiz.
Efenimesoyliyim sonunda şuraya gitmeye karar verdik.Ocean's Twelve de sevgili Matt,George ve Brad şenlendirmişler bu mekanı.Filmin o kısmını da şuradan izleyebilirsiniz.

 Neyse sonunda keklerimizi aldık.Ambalajlarında yazan 'Acil durumlarda şu numarayı arayın,etkisini hemen görmeyebilirsiniz,acele etmeyin,ufak bir parça yiyip biraz bekleyin.'uyarılarını etrafımızda kekleri hüpleten 14 yaşında ergen topluluğuna ve kekini bitirdikten sonra parmağını şöyle bir yalayıp karşısındaki amcayla kahvesini yudumlaya yudumlaya sohbetine devam eden 60-65 yaşındaki teyzeye bakarak umursamadık.Nereden bilirdik azizimm nereden bilirdik!
SJ ve kocam ikinci keklerini de midelerine indirdiklerinde ben bir garip hissetmeye başlamıştım.Masaya bakmakta olan gözlerimi şöyle bir havaya kaldırmamla o dumanlı ve rengarenk ortamdaki bütün ışıklar 10 saniye geriden yetişip yerleştiler yerlerine.Sanki baktığım bir renkli ışığı beynimin algılaması arasında zamanda kayıp bir geçit vardı.Totomun 3,5 atması işte tam bu anda başladı.Biri 'Bana bir şeyler oluyor.' dedi ve o birinin ben olduğumu anlamam yaklaşık 5 saniye sürdü.
'Çıkalım burdan.' dedim,kendimizi dışarı attık.Aynı etkiler kocamda da baş göstermişti.SJ de ise hiç bir şey yoktu.Hani normalde yürürken ayağınızın altında sert zemini hissedersiniz ya işte o Tanrı'nın bize verdiği en büyük lütufmuş ben bunu o gün anladım!Yürüyorum ama sanki o taşlar hamur misali yerin dibine giriyor.İçimden bütün uyuşturuculara,bilimum keklere bildiğim bütün küfürleri ediyorum.Bir ot insana bunu yapar mı!!İnsan bundan zevk alabilir mi?!Neyse zaten bunları çok da düşünemedim,o sırada vücudumdaki bütün gücü doğru düzgün yürüyebilmeye kanalize etmiştim.
Kendimizi otelimize attık.Ben yatağa uzandım.Buz gibi terler dökülüyor yüzümden.Akabinde de bütün vücudum seğirmeye başladı.Nasıl iğrenç bir şey anlatamam.Kontrolünüz dışında gözünüz atar ya bazen hani misafir gelicek derler,işte aynı şekilde bütün bacaklarınızın attığını düşünün.S.çmışım misafirine gel gel bitmedi!!İki tarafımda SJ ve kocam endişe dolu gözlerle bana bakıyorlar.Geçicek merak etme,aslında bir şeyin yok falan diyorlar.Hatta bir ara SJ 'Korkma kekten kimse ölmedi!'dedi titreyen bir ses tonuyla.Hemen ardından da aralarında fısıldaşmaya başladılar.Kocam ambulans çağıralım hadi ara diyor...Benimse beynim öyle bir çalışıyor ki o an.Ulan diyorum ambulans çağırırlarsa biz uçağı kaçırırız,bu iş büyür.SJ nin annesi babası duyar.Bizimkilerde biz aslaa yemedik o kekten ama Ale çok ısrar etti,tutamadık,kurabiye canavarı misali saldırdı keklere.Çok üzgünüz çok,Ale'yi nasıl engelleyemedik.' der bunlar.'Hepimiz yedik hatta biz 2şer tane yedikte bu aptinin bünyesi kaldıramadı.' diyecek halleri yok ya.Tam ambulansa telefon açıcaklarken kalan son gücümle 'HAAAYIIIIIIIIIIIRRRRRRR.' diye bağırdım.Beni ikna etmeye çalışıyorlar ama banamısın demiyorum.İyiyim daha iyiyim falan diyorum.Yalan!O an ödüm kopuyor ölmekten.Arkamdan Türkiye'deki gazetelerin atacağı manşetleri düşünüyorum:
'Amsterdamda uyuşturuculu kek yiyen Türk kızı öldü'
'Uyuşturucu bir genç kızın daha canını aldı.'..Boyle 12 puntoluk yazılar gözlerimin önünde uçuşuyor.Sonra da kocamla ve SJ ile röportaj yaparlar:
Olay anında merhumun yanında bulunan kocası ve arkadaşı SJ 'Çok engellemeye çalıştık ama bizi dinlemedi.' dediler...


Orada vücudumun her parçası ayrı ayrı atarken öyle bir sinirlendim ki, bunlara bir ceza vermeliyim dedim.Bir anda türk filmlerinden gördüğüm kadarıyla gerçekçi olmaya çalışıp kafamı yana düşürdüm ve soluğumu tuttum.İkisi birden nasıl bağırıyorlar görmelisiniz,sarsıyorlar beni,kocam ağlıyor...O an kriz geldi bana nasıl gülüyorum ama...Bu sefer de bir yandan SJ bağırıyor bir yandan kocam 'Nasıl yaparsın bunu bize,hiç komik değil.'diye...
'Kusura bakmayın kafam iyi.'dedim ve başladım kusmaya...O kusma eylemi var ya Allah ondan razı olsun!!




 Hemen hemen hiç uyumayıp uçağımıza yetiştik ve ben bir daha space cake yemeye tövbe ettim tövbe!

Bilmeyenler icin not:

*Red Light District:Bilimum güzel kadının dar sokakların iki yanında küçük camekanlı kırmızı ışıklandırıkmış odalarda çoğu fosforlu olmak üzere iç çamaşırlarıyla durduğu Hollanda'nın fuhuş sektörünün kalbinin attığı yer.Transeksüellerin odalarının ışığı mavi yanıyor.


**Spacecake:İçine cannabis otu konulan kek çeşidi.

11 Şubat 2011 Cuma

Bir Keman Bir Sinir Harbi

Şimdi kocamla yeni başlamışız çıkmaya.Nasıl aşığım ama ben,gözüm hiç bir şeyi görmüyor.Etraftaki bütün kızlar kıpkırmızı yanıp sönen tehlike butonları sanki.Sürekli kafamdan ''Lan su yanımızdan geçen sarı kafalı kız çok pis baktı acaba mazisi mi var bununla?,Benimki şu ötedeki kızı 2 saniye kesti acaba neyini begendi?Amaaan bi şeye benzemiyo tam mahalle dilberi,öteki de amele sümüğünün beyaz parçası gibi bişi insanda biraz renk olur renk!''gibi şeyler geçiriyorum.Beynim bi saniye susmuyo sürekli bir paranoya sürekli bi düşünme çabası,o kadar yoruluyorum ki  doktora yeterliliğe çalışırken bu kadar beynimi patlatmadım yemin ederim! Bizimki de bir cool havalarda.Ben ona '' Senden önce hayatımda sadece 2 kişi oldu.Ya senin?'' diyorum o bana  ''İki elindeki tüm parmaklarını say onu 10la çarp'' diyor!
 Tabii bende içten içe,''Onun için özel olmalıyım,bir farkım olmalı,100 tane kız diyo be!Onlar arkada silinen gölgelerken ben en önde koşan kıpkırmızı elbise içinde izlenilesi bir hayal olmalıyım.'' diye planlar yapıyorum.

  Bir gece canlı müzik yapan bir bara gitmişiz.İçmişiz,içmişiz.Nasıl sarhoşuz ikimizde var ya,o an dünya o tıklım tıklım havasız kutu kadar bar,içinde zıp zıp zıplayan insanlar ve bağıra bağıra şarkı söyeyen kendi sesimizden ibaret. Benimki kulağıma eğildi ''Biliyomusun hep içimde kalan bir ukte var.Bunu bugüne kadar kimseye söylemedim.''dedi. Bunu bugüne kadar kimseye söylemedim..Bunu bugüne kadar kimseye söylemedim..tüm o cümleden bütün kaptığım bu oldu o anda!Sürekli aklımdan bu cümle geçiyor!''Nedir o?Söyle lütfen.'' dedim.''7 yaşında var yoktum...Abim bir gün bana oyuncak bir keman almış,eve gelirken yayını da dolmuşta düşürmüş.Çok ağlamıştım çocuk aklımla,Sonra da arasıra aklıma gelir,'o zaman o yay kaybolmamış olsaydı belki şimdi keman çalıyor olurdum.'diye'' dedi.O an var ya o gümbür gümbür müzik,karmakarışık insan sesleri,her şey ama her şey bir uğultu halini aldı bende.Sürekli kafamdan ''Unutma sakın..unutma..kemannn...kemannn yayı.'' diye tekrar ediyorum.





 Bir kaç gün sonra çıkardım kirli çıkıdaki paralarımı girdim ilk gördüğüm müzik aletleri satan dükkana,sordum en ucuz kemanı!Bir de güzel,içi peluş mavi kalpli kabı vardı ki benim için o an o kemanın kalitesinden falan daha önemliydi.Sonra aldım en yakın erkek arkadaşım Memo'yu yanıma gittim bizimkinin evine.O ara evde kimse yok biliyorum.Annesi babası şehir dışında kendisi de üniversitede.
''Kızım manyak mısın , hiç başkalarının evine hırsız gibi girilir mi?'' diyor.''Yaa kapa çeneni şurda yüzyılın romantizmini yaşatıcam çocuğa,bak söylediğim gibi unutma evin damına koyucaz kemanı,çok düşündüm ben konseptimiz Damdaki Kemancı''diyorum..Memo yaa sabırr çekiyor. Evleri müstakil bir ev,üstelik bütün evlerin neredeyse iç içe olduğu gecekondumsu ama gecekondu mahallesi olmayan bir yerde yaşıyorlar.Biz evin etrafında nereden gireriz bu eve diye saptamalar yapıp iki kere dönünce çıktı karşı evden bir amca kapının önüne nasıl ters bakıyor ama bize anlatamam!Biz tırstık gerisin geri arabaya koştuk.Memo'nun ''Dedim ama ben sana dedim.'' leri eşliğinde uzaklaştık ordan.
Takmışım ama ben kafaya.O keman o evde hem de damda sürpriz olarak verilecek .Dedim ya konseptim damdaki kemancı!!
 Benimkiyle buluştuk akşamüstü,o şunu yapalım mı diyor ben yokk size gidelim diyorum,başka bir şey öneriyor size gidelim diyorum.O kadar takıntılıyım ki o an onlara gitmeye ne derse desin
işi eve gitmeye getiriyorum.
''Acıktım önce bir şey mi yesek?''
''Amaaan sen de biraz tut mideni hadi size gidelim.''
''Bak bu parça çok güzel.''
''Hııı evet,eee ne zaman gidiyoruz size?'' sonuçta sinir ettim bunu,
tuttuk evlerinin yolunu ama nasıl soğuk rüzgarlar esiyor aramızda anlatamam.Eve girincede bomboş evde tutturdum '' Senin odana girelimm.''diye.Odaya girer girmez de bir kavga başlattım.Ne olduğunu şimdi hatırlamıyorum bile ama bas bas bağırıyorum.Bu şok olmuş,ilk başta alttan almaya çalıştı,sonra da deli mi bu be diye başladı ağzına geleni söylemeye.Ben o anda bir yandan kavgayı alevlendirecek bişiler yaratmaya çalışıyorum bir yandan odasının kapısının üstünde olan anahtarı çaktırmadan ele geçirmeye uğraşıyorum.Sonunda çarptım kapıyı,bu daha ne olduğunu anlayamadan arkamdanda kilitledim bunu içeri.Nasıl çıldırdı ama anlatamam.Kapıyı yumruklamaları tekmelere döndü 10 saniye içinde.Düşünsenize yeni yeni tanıdığınız kız arkadaşınız kendi evinizde üstünüze kapıyı kilitliyor!Ben hala görev bilincindeyim yalnız,bir güzel çıktım dama,yanımda getirdiğim mumları dizdim,ortasına kemanı koydum.Bir de önceden hazırladığım notu iliştirdim.Eserime mutlulukla bakıp aşağıya sinir krizindeki sevgilimi odadan çıkarmaya indim.Kapıyı açınca ben bir yapıştı kollarıma,nasıl silkeliyor.Napıyorsun sen?! diye bağırıyor.Dama gel hava alalım dedim umursamaz umursamaz çıktım merdivenlerden,peşimden bağıra çağıra geldi kendini birden mumların ortasında buldu.Bir de keman var ortada!

Damdaki kemancı konsepti başarıyla gerçekleştirildi,ama sevgilim bu durumdan hiç ama hiç memnun değildi!

Hamiş:O kemandan bir kez bile bir gıyyy sesi çıkaramadı.

10 Şubat 2011 Perşembe

İlk Yazı


Her şeyin başlangıcı zordur ya blog yazmanın da öyleymiş.Uzun zamandır erteleyip durduğum  bu işi dün nihayetine kavuşturup oluşturdum blogumu.
Bu seferde yazmayı ertelemeye başladım. Dünden beri düşünüp duruyorum ilk yazım ne olmalı, nasıl başlamalıyım diye. En sonunda karar verdim bir giriş yazısı falan olmayacak bu blogun.Her şeyin öyle çok etkileyici,çok anlamlı falan olmasına da gerek yok.Adı üstünde bir lüzumsuz baykuş...Aklımdan o anda geçenler,hayatımda olan lüzumsuz olaylar...Aslında şu anda ben bile bilmiyorum ne kadar,nereye kadar paylaşıcam  hayatımı...
 Kendimden Ale diye bahsedeceğim ,yıllar öncesine dayanan çok da anlamı olmayan bir hikaye var bu ismin gerisinde.Avrupada,dağı  bol,yeşillik konusunda cömert ,İnsanların nizam intizam içinde eğlenceden pek de haberleri olmadan yaşadığı gölü de olmasa çekilmeyecek bir kentinde yaşıyorum.Buranın farklı dilleri konuşan insanlarla, farklı kültürlerle donatılmış ve ne yazık ki sütun bacaklı , gayet cüretkar kızlarla çevrili bir yer olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Doktora yapıyorum.Ya da şöyle dersem daha kolay olur belki:Doktora destekli para kazanıyorum.2 yıl önce benden hiç beklenmeyen bir şekilde aşık oldum ve evlendim.Kocam işinden istifa etti ve gelecek kaygısını,benim aldığım 3 kuruş parayla nasıl geçineceğiz derdini görmezden gelip bu şehre yerleştik.Şu aralar bir düzen oturtmaya çalışıyoruz. İki kişiyle uyduruk bir evi paylaşıp bir yandan nasıl kurtulucaz burdan diye hayaller kuruyoruz...

Ha bir de ben baykuş hastasıyım o "Her şeyi biliyorum ben de siz bi bok bilmiyorsunuz diyen şer bakışlarını,kocaman kocaman gözlerini,puf tuylerini,"Dünya yansın ya ben bir baca bulur tünerim." havalarini ne biliyim nann seviyorum işte!!

E  hadi o zaman blog başlasın.

Yağmur demem Çamur demem yollarınaaa düştüm canım.